Tiyatro Dergi Yazıları

KANTOCU

7 Dakika okumak

İZMİR DEVLET TİYATROSU’NDAN “KANTOCU” OYUNU
Deniz Üstüngel Süer

Gözlerine meftun oldum
Acep beni sever misin?

Kanto…Neşeli, heyecanlı, hareketli, şarkılı, danslı kanto…Geçmiş günlerin esintisi yüzümüze vurduğunda, uzun zamandır görmediğimiz bir yakınımızı görmüş gibi bizi sevindiren kanto…

Direklerarası, eski ramazanlar, kanto, tuluat, orta oyunu dendiğinde “Dur anlatayım….”diye konuya yakınlık duyduğumuz, sonra da “Nerden anlatayım…Görüp, izledim mi ki…” şeklinde bir hevesten bir şaşkınlığa geçiş yaptığımız durumlar yaşayabiliriz.

Ama bu sezonun oyunu olarak İzmir Devlet Tiyatrosu’nun sahnelediği, Haldun Dormen ustanın kaleminden “Kantocu” oyunu, bilgilerimizin üzerine ışık tutarak bu gösteri sanatının aklımızda aydınlık bir köşeye sahip olmasını sağladı. Teşekkür ederiz…

Tabii ki yakın tarihimizin iki büyük olayı; Kurtuluş Savaşımız ve Cumhuriyetimizin ilanının,, oyunun gelişimiyle beraber ilerlemesi, duygu ve düşünce dünyamızda bizlere yoğun anlar yaşattı…

Bir konuda şahsım adına yazmam gerekirse, “Günümüzün sosyal ve siyasal olaylarından gözümü ayırmamalıyım!” şeklinde kendi üzerimde kurduğum baskı, yaratıcılığımı, dinlenmemi, eğlenmemi, çocuk saflığı ile gülmemi, gamsız zamanlar geçirmemi yakın tarihin henüz toz tutmamış sayfalarına karıştırdı sanki…

Ara ara bu baskıdan kurtularak hafifleyip, yüzüme istemsiz bir gülücüğün yapıştığı zamanlardan birini yaşadım “Kantocu” oyunu izlerken… Kulağımıza aşina notalar salonda gezinirken, gözümüze aşina danslar sahneyi süslerken, gönlümüze aşina sözlerle…heyecanlandırırken…Teşekkürler dans, teşekkürler müzik, teşekkürler tiyatro… Gereksinimimiz var, nitelikli işlere, güzel sanatlara, estetiğe, derinliğe, inceliğe, sadeliğe, içtenliğe…

Kantolar tek kişi ile oynanabildiği gibi müzikli oyun olarak da oynanabiliyor, konusu ve atışmaları ile izleyenlere sürükleyici kısa güldürüler de sunabiliyordu..

İşte bir bayan pek mini mini…

Acep söylesem sever mi beni…

Ermeni kantocu Verjin, küçük bir ilçede, huzurlu ve içten dostluklar içinde yaşamını sürdürür ve sanatını icra ederken, İstanbul’da sahneye çıkması teklifi üzerine büyük şehir ile tanışır. Kadro kalabalıktır. Kıskançlıklar, taraf tutmalar, atışmalar, tartışmalar,
itişmelere varan kavgaların içinde bulacaktır Verjin kendini…Danslı, rakslı, şarkılı, müzikli, renkli dünyanın, sahne arkasında bazı renklerini kaybettiğini görürüz.

O güne kadar başrollerin sahibi Rula, tahtını kaybetme endişesini yoğun olarak yaşamaya ve çevresinde kendisi gibi düşünmeyen herkesle kavga etmeye başlar. Hem kendisine hem çevresine zarar vermektedir. Salonun dolup dolmaması gerçeğini göremeyecek kadar kıskançlığın pençesindedir.

Verjin ise kibar, duygulu, mütevazı hali ile seviyesinikorumakta, dostluklar edinmekte ve bir gençle aşk yaşamaktadır.

Dans, müzik, kıskançlık, aşk, hasret gibi kendi ortamının gereğini yaşayan bir yaşantıda, biz de izleyiciler olarak duygudan duyguya geçiş yaparak kaptırmış giderken Verjin’in erkek arkadaşının milli mücadeleyi başlatmak için Ankara’ya giden Mustafa Kemal’in yanında
görev aldığını öğrenmemizle oyunda ruhen rol almaya başladık… Milli mücadele kazanılmalı, Cumhuriyet ilan edilmeli idi…

Ne kadar büyük bir lidere sahip olduğumuzu tüm dünyanın anladığı, fakat bizim yakın bulunduğumuz için idrak etmekte zorluk çektiğimiz askeri, siyasi, sosyal ve ilmi bir deha olan Atamızı, bizleri temsil etme olanağına kavuştuğumuz meclisimizi, milli mücadele
sırasında bugünleri bize verebilmek için toprağa karışan şehitlerimizi, cumhuriyet sonrasında aydınlık bir ülke için çaba gösteren tüm uygar insanları oyun sırasında bir kez daha şükranla andık.

Atamızın engin görüşü ile zaman kaybetmeden sanat, bilim, eğitim dalında önemli görevler üstlenen kadınlarımız sahnede de kendi isimlerine kavuşurlar…

Oyunumuzdaki Verjin gibi…Artık o göğsünü gere gere Bihter’dir… Bu mutlu haber öncesinde Verjin’in  takma isimle sahneye çıktığı,Müslüman bir Türk kızı olduğu öğrenilmiş, Verjin sahneden uzaklaştırılmıştır. Bu nasıl olmuştur? Yaşının ilerlemesi ile tahtını kaybedeceği, yerini Verjin’in alacağı korkuları ile bunalım geçiren Rula, etrafına verdiği zararların miktarını arttırmıştır. Verjin’in takma isimle sahneye çıktığını ve Mustafa Kemal’in askeri olan erkek arkadaşını, İstanbul Padişahlık idaresinin görevlilerine ihbar eden Rula, insanın duyguları ile hareket ettiğinde yapacağı hataları bize bir kez daha hatırlatmıştır.

Konu ile ilgili olduğunu düşündüğüm ve sizlere anlatmadan geçemeyeceğim ilginç bir konuşmadan söz etmeliyim. Kıskançlığın nelere yol açtığını gördükten sonra bir de hoş görü ve anlayışın dünyayı nasıl güzelleştirdiğine bir bakalım.

Devlet Tiyatrosu Sanatçısı ve iki sene önce doksan yaşında “Tombala” oyunu ile sahneye çıkarak bir rekora imza atmış Jale Birsel ablama uğradım. Hangi konu açılsa nasıl olduğunu anlayamadan her zaman tiyatroya dönüşen sohbetimizde şöyle diyordu: “Küçük rol büyük rol hiç beni üzecek bir konu olmadı. Tüm rollerime değer verdim. Bazen oyunlarda rolümüz olmazdı. Arkadaşım bana gelir ya da ben arkadaşıma gider, ben oynamadan duramam, senin rolünü ara ara ben de oynayabilir miyim, diye sorardık.

Olumlu cevap alırdık. Sahneye çıkar oynardık” deyince o ana kadar günün yorgunluğu ile yayıldığım koltukta hazır ola geçtim… “Nasıl yani?” dedim. Jale Abla devam etti..”Hatta Muhsin Ertuğrul’a gittik, önerimizi söyledik, sahnede izledi, hadi bu akşam sen çık oyna dedi…” diye konuşmasına devam etti… “Ama biriniz daha başarılı oynarsanız ne olacak?” dedim. “Biz dert etmezdik böyle şeyleri…” dedi. Ben sonunda “Nasıl yani? Nasıl yani?” tekerlemesini söylediğimin farkında vardım. Bu kadar olgunluğun arkadaş sevgisi ile mi, tiyatro sevgisi ile mi açıklanacağını
bilemedim.

Sözlerine meftun oldum
Acep beni sever misin…
Artık sahne kendi ismine kavuşan kadınlara kapılarını açmıştır. Ancak cumhuriyet tarihi ile başlayan sürece bakarsak, tiyatro sanatçısı olmak isteyen kişilerin ailelerinin ve çevrelerinin sahne sanatlarına hemen kucak açmadığı da kolayca tahmin edilebilir. Birsanatın gereklerini öğrenmek ne kadar çaba gerektirirse çevre bakış açısı ile uğraşmak da o  kadar çaba gerektirmekteydi diyebiliriz. Bu zorlu yolları bize açan tüm öncü sanatçılarımızı  minnetle anıyoruz.  “Kanto” oyununda, yıllar yılı kanto yapmak isteyip de ancak yaşı ilerlediğinde şartları oluşturabilen ve bir defalığına sahneye çıkma olanağı yakalayabilecek olan Verjin’in can
dostu, sahne arkası emekçisi ablası, benim fikrimce birsimgedir.

Dünün ve bugünün kendini gerçekleştiremeyen insanının simgesi. Kendini görmek istediği yerde  göremeyen insanın iç sızısı… Döneminde kanunlarla kimi zaman ekonomik, kimi zaman sosyolojik nedenlerle yerini bulamayan insanların iç sızısı… O, yıllar sonra sahneye çıkar ve kantosunu yapıp sevinirken , geçen yıllar Kavuklu ile
Pişekar’ı üzmüştür, oyunlarına ilgi azalmıştır. Uzun zamanlar boyunca halkı eğlendiren,  güldüren, türlü türlü insanlık hallerini ortaya koyarak düşündüren orta oyunu İstanbul sahnelerindeki yerini melodramlara bırakmaktadır. Oysa seyircilerin kahkahaları orta
oyuncuların hala kulaklarındadır…

Biz de hafızamızı yoklayalım… O günlerden anlatılanlardan ne kalmış aklımızda…
Pişekar-Bugün bayram …Öp elimi al beşliği..
Kavuklu-Öpmem elini… Almam beşliği…
Pişekar-Al onluğu öp elimi…
Kavuklu-Elli de versen öpmem… Aynı yaştayız, önünde eğilmem… Gel tokalaşalım.
Pişekar-Ver beşliği tokalaşalım.
Kavuklu-Beş kuruşum yok ne beş lirası..
Pişekar-O zaman herkes yoluna..(Çıkar)
Kavuklu-Hiç böyle bayram görmedim. (Çıkar)
Gülmeye ve ağlamaya yakın duran ülkemiz insanları, ünlü eserlerin en heyecanlı, en duygusal bölümlerini sahnede görmek istiyordur artık. Büyük hareketler ve abartılı konuşma tarzı izleyiciyi heyecanlandırıyordur.

Hoş geldin melodram devri…
MASA BAŞINDA OTURAN ADAM- (Kadına) Büyük haksızlık ediyorsunuz…

Bugüne kadar sizin refah içinde yaşamanızı sağlayan kişi işte bu beydir.

KADIN-(Ayaktaki adama) Nasıl olur… Aman Tanrım… Oysa ben size neler söyledim…
AYAKTAKİ ADAM- Ama ben size hiç kızmadım… Çünkü ben sizin … babanızım…
KADIN-Baba…

Bir toplum ağlamaya, gülmeye, biraz daha konuyu genişletirsek, ölçüsüz sevip ölçüsüz nefret etmeye yatkınsa, yıllar da geçse teknoloji de gelişse küçüklü büyüklü ekranlarda aynı duyguları arıyor gibi geliyor bana… Ne dersiniz? Bana bunları düşündüren “Kanto” oyununa emeği geçen herkesi kutlarım… Çığırtkan’ın dinamik ve sevimli halleri, Bihter’in ruhumuzu okşayan naif sesi, kötü davranışlar içindeki kıskanç insanların sevilemeyeceği ön yargısını kırarak bize kendisini sevdiren Rula…Melodramın kralı Haluk…Kavuklu ve Pişekar…Rolünü severek canlandırdığını gördüğümüz tüm oyuncular ve dansçılar…

Orkestra…

Artık bizim de orta oyunu, kanto, melodram denince anlatacak derli toplu düşüncelerimiz var…
Ve tiyatronun görünmeyen kahramanları… Yönetmeni, dramaturgu, dekor, kostüm tasarımcıları, ışık,
koreografi ve tüm emekçiler… Tek amaçta kenetlenen bunca emek…

Sevgili Tiyatro, Opera ve Bale..Kendimizi ve birbirimizi anlayarak hoşgörülü ortamlar kurmak konusunda bize yardım etmeye devam et…
Yeni açılan Bornova Kültür Merkezimiz seyirciyle dolsun taşsın, güzellikler getirsin…

14.2.2019

İlgili mesajlar
Tiyatro Dergi Yazıları

Cahide İzmir Devlet Tiyatrosu

6 Dakika okumak
TİYATRODA VE BEYAZ PERDEDE İYİ BİR SANATÇI: CAHİDE SONKU “Cahide-Bir Düş Gibi” oyunu İzmir Devlet Tiyatrosu sahnesinde izleyici ile buluşuyor. Tek kişilik…
Tiyatro Dergi Yazıları

TURGUT ÖZAKMAN’I ANIYORUZ

9 Dakika okumak
TURGUT ÖZAKMAN’I ANIYORUZ Deniz Üstüngel Süer Sevgili dayım ve mesleğimde ustam: Turgut Özakman Turgut Özakman’ın en önemli özelliğini⁹n insanlara, yaşama bakışındaki ciddiyet…
Tiyatro Dergi Yazıları

USTA SANATÇI JALE BİRSEL GENÇLERLE

7 Dakika okumak
DEĞERLİ OYUNCU JALE BİRSEL GENÇ TİYATROSEVERLERLE BAŞBAŞA 19.Agustos.2019 Deniz Üstüngel Süer Doksanikinci yaş pastasının mumlarını üflemiş, önündeki yıllar için planlar yapan usta…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir